Sevgi ve ilgi görmeyen çocuğun beyni yaşıtlarına göre daha küçük kalıyor❕
Klinik Psikolog Ceyda Bengi Şimşek

Sevgi ve ilgi görmeyen çocuğun beyni yaşıtlarına göre daha küçük kalıyor❕


Literatür incelendiğinde araştırmalar bebeklik döneminde bile sevginin ebeveynler tarafından özellikle ilk bakım veren kişinin annenin ilgi ve sevgiyi bize hissettirememesinden dolayı hem fiziki gelişimimiz hem de ruhsal anlamda sağlığımızı etkiliyor. Amerika'da Texas Children's Hospital'ın Psikiyatri Bölümü'nün Başkanı Profesör Bruce D. Perry, bir araştırma yaptı ve yapılan bir araştırma çocukların aile içinde sevgi ve ilgi ile büyümesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Sevgi ve ilgi ile büyüyen ve büyümeyen çocukların beyin gelişimi incelendi ve arada büyük bir fark olduğu görüldü. Bruce D. Perry, çocukların yetişmesinde sevginin ve ilginin beyin gelişimi için çok önemli olduğunu belirtti. Sevgi ve ilgi görmeyen bebeklerin beyni yeteri kadar gelişmiyor, çocuğun bağlanma sorunu ve sosyal izole bir hayat sürmesi oldukça mümkün görünüyor. Bu araştırmalar sonucunda, "sevgi ve ilginin" ne kadar değerli olduğu belirtiliyor. Nevrotik olarak da kişilik bozukluklarının birçoğu genetik faktörler haricince yaşanmış olan derin yaralar ve sevgi eksikliğinden kaynaklı olabiliyor. Sevgi görmemiş yetişkinler sevgisini yansıtmak istemiyor, hatta yaralanmamak için karşısındaki kişiyi yaralıyor devamlı. Alışmadığı bir durumun içine girmekten bile korkuyor. Hiç bilmediği bir duygunun içine girdiği zaman bocalıyor. Araştırmacılar ihmal edilmiş ve kötü muamele görmüş çocukların, hayatları boyunca psikolojik sorunlar yaşayabileceğini, bu durumun asosyallik ve depresyona yol açabildiğini söylüyor. Sağlıklı bir aile ortamında sevgi ve ilgiyle büyüyen çocuklar, özsaygısını kazanır, hoşgörülü olur. En önemlisi de sevmeyi öğrenir. Bencil olmaz ve paylaşmayı sever. Her zaman ne istediğini bilir ve hayatta kendi sınırlarını çizer. Böylece diğer insanların da saygısını görmüş olur. Toplumda bir birey olarak var olabilirler. Sevgisiz büyüyen çocuklar benlik algılarını yitirecekleri gibi kaybetme korkusunu da fazlaca yaşarlar. İstemedikleri halde kabul etme eğilimi gösterip zamanla kendilerini hep eksik görürler.  Çocukların beyin gelişimi ile ilgili; Yeni doğan bebeğin beyin ağırlığı 330 gram, bu ağırlık 2 yaşında 990 grama çıkıyor. İnsanların beyni hayatlarının ilk iki senesinde geliştiği kadar hiçbir zaman gelişmiyor. Altın yaşlar denilen ilk 2 – 3 seneden inanılmaz bir öğrenme ve gelişme kapasitesi var. İlk 3 sene beyindeki sinapslar, yani beyindeki sinir hücreleri arasındaki iletişim tüm insan hayatının en üst düzeyine ulaşıyor. 15 yaşından itibaren kullanılmayan kısımlarda bir düşüş yaşanıyor, yani bir ince ayara gidiliyor. 40’tan sonra ise artık yavaş yavaş var olanları kaybetmeye başlıyoruz.   Yaşlara göre beyin sinirleri arasındaki iletişim yoğunluğu farkı. Soldan sağa; yeni doğan, 3 yaş ve 15 yaş. Bebeklerin az ya da çok stimüle olması hem beyin gelişimleri hem davranışları üzerinde çok etkili. Sevgi ilgi gören anne babası ile vakit geçiren bebeklerin beyin faaliyetleri çok daha yoğun oluyor. Dolayısıyla çok daha fazla sinaps gelişiyor. İlk 3 sene çocuğunuza ayıracağınız vakit bu açıdan çok önemli. Ancak aşırı stimülasyon da çocukların beyin gelişimine zarar veriyor ve davranış bozukluklarını ortaya çıkarıyor. Aşırı stimülasyonun nedeni genelde dijital ekranlarla geçirilen zaman.

 

Klinik Psikolog Mehmet Keşan

Madde Bağımlılığının Dürtüsellik ve Duygu Düzenlemeye Etkisi
Klinik Psikolog Şükran Çankır

Madde Bağımlılığının Dürtüsellik ve Duygu Düzenlemeye Etkisi

Türkiye ve birçok ülkede artan madde kullanımı, bireylerin ve toplumun tıbbi, sosyal, hukuki ve güvenlik açısından zarar gördüğü ciddi bir halk sağlığı sorununa dönüşmektedir. Değişen ekonomik koşullar, teknolojinin hızla ilerlemesi, çeşitli madde türlerinin artması ve psikoaktif maddelere daha kolay erişilebilirlik gibi faktörler, madde kullanımını artıran etkenler arasında yer almaktadır. Eskiden sadece alkol ve sigara, ergenler için büyümenin bir parçası olarak kabul edilirken, günümüzde madde kullanımı da aynı şekilde algılanmaktadır. Bu etkenlerin birleşimi, madde kullanımının daha geniş topluluklara yayılmasına yol açmaktadır. Duygu düzenleme güçlüğü, literatürde madde kullanımı ile ilişkilendirilen ve üzerine pek çok araştırma yapılmış önemli bir değişkendir. Bir çalışmada, olumsuz durumlarla başa çıkmak için uygun baş etme stratejilerini bulmakta zorlanan bireylerin, düzenlenemeyen duygusal süreçlerden kaçınmak amacıyla psikoaktif maddelere eğilim gösterdiği ve bu durumun bağımlılıkla ilgili sorunların ortaya çıkmasına yol açtığı gözlemlenmiştir. Başka bir çalışmada ise yeme bozukluğu ve madde bağımlılığı olan yetişkinlerin, olumsuz duygusal süreçlerin etkisinden kaçınmak veya bu süreçleri yaşantılamamak için işlevsiz baş etme stratejilerine yöneldikleri ve bu nedenle yemek yeme veya madde kullanmayı, duygusal süreçleri yönetmek veya duygusal süreçlerden kaçınmak için bir tür araç olarak kullandıkları rapor edilmiştir. Araştırmalar, dürtüsellik ve madde kullanımı arasında güçlü bir ilişki olduğunu göstermektedir. Kollins'in (2002) çalışması, yüksek dürtüsellik düzeyine sahip bireylerde madde kullanım oranının arttığını ve madde kullanmaya başlama yaşının daha düşük olduğunu rapor etmektedir. Ayrıca, üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir başka çalışma, esrar kullanan öğrencilerin dürtüsellik düzeylerinin ve risk alma davranışlarının esrar kullanmayan öğrencilere göre daha yüksek olduğunu tespit etmiştir.Duygu düzenleme, duygusal deneyimleri kontrol edebilme, duyguları yönlendirebilme ve duygusal farkındalık becerisini içeren bir süreçtir. Aynı zamanda, amaçlı davranışlarda duygusal tepkileri takip edebilme, işlevsel bir şekilde değerlendirebilme ve başa çıkabilme yeteneğini ifade etmektedir. Bununla birlikte, duygu düzenleme rollerinde işlevsiz tutumlar ve davranışlar, hedefe yönelik davranışlarda zorluklar ve kaygı düzeylerini kontrol edememe gibi yetersizlikler, bağımlılığın ciddiyetini artırdığı gözlemlenmiştir.Madde kullanım bozukluğu tedavisinde kritik bir rol oynayan faktörlerden biri tedavi motivasyonudur. Tedavi motivasyonu, bireylerin tedaviye başlamalarını ve tedaviyi sürdürmelerini etkileyen önemli bir etkendir . Madde bağımlılığıyla mücadele eden bir kişi için psikoaktif maddeleri bırakmak hem zevk kaynağından feragat etmeyi hem de zorluklarla yüzleşmeyi gerektirmektedir. Bu nedenle, tedavi sürecini başlatma ve sürdürme isteğinin yüksek olması, tedavinin etkililiğinde kilit bir rol oynamaktadır.
Araştırmalar, genellikle dürtüsellik ile madde kullanım bozukluğu arasında güçlü bir ilişki olduğunu destekleyen veriler sunmaktadır. Bir çalışmada, madde kullanım bozukluğu teşhisi konmuş bireylerin, gecikmiş ödüllerin değerini azalttıkları (daha büyük gecikmiş ödülleri, daha küçük anlık ödüllerle değiştirerek) ve dürtüsel tepkileri kontrol etmede sorun yaşadıkları keşfedilmiştir. Benzer şekilde, madde kullanım bozukluğu teşhisi almış hastaların, normal popülasyona kıyasla, negatif aciliyet, kontrol eksikliği ve istikrarsızlık gibi dürtüsel davranışları daha yüksek düzeyde sergiledikleri gözlemlenmiştir.

 

Klinik Psikolog Şükran Çankır

Flört Şiddetine Maruz Kalan Bireylerin Benlik Saygıları Nasıl Etkilenmektedir ?
Klinik Psikolog Şükran Çankır

Flört Şiddetine Maruz Kalan Bireylerin Benlik Saygısı Nasıl Etkilenmektedir?

 

Literatürde flört şiddeti tanımı konusunda fikir birliğine varılmamış olması yapılan araştırmaları karmaşık hale getirmektedir. Bu terim, tehdit edici iletişim, sözlü taciz veya fiziksel saldırganlık gibi çeşitli davranışları içeren belirsiz bir kavramdır. Dolayısıyla, belirli bir tanım kriterine göre yapılan araştırmaların sonuçları, flört şiddetinin yaygınlık oranları açısından farklılık göstermektedir. Flört şiddeti, kişilerarası şiddet literatüründe yeterince temsil edilmese de son yıllarda araştırmacılar tarafından daha fazla incelenmektedir. Bu araştırmalar, dünya genelinde ciddi bir sosyal ve halk sağlığı sorunu olan fiziksel ve cinsel şiddeti, duygusal istismarı ve yakın partnerlerin kontrol edici davranışlarını içeren şiddetin varlığını göstermektedir. Dünya genelinde yapılan bir çalışmada, farklı popülasyonlardaki kadınların %10 ila %69'u hayatlarının bir döneminde yakın bir partner tarafından fiziksel saldırıya uğradıklarını bildirmişlerdir. Benzer şekilde, García-Moreno vd. (2005) tarafından yürütülen bir çalışma da kadınlara erkek partnerleri tarafından uygulanan şiddetin yaygın ve ciddi sonuçları olduğu ortaya koyulmuştur. 10 farklı ülkede ve 15 bölgede yapılmış olan çalışmada elde edilen sonuçlar ülkeler arasında ve ülkeler içinde büyük farklılıklar gösterse de kadınlara uygulanan şiddetin yaygın olduğunu göstermektedir. Benlik saygısı, kişinin kendisi hakkında yaptığı değerlendirmeleri içeren bir kavramdır ve kişinin kendine dair algısının hayata bakış açısını etkilediği için önemlidir. Benlik saygısını oluşturan önemli durumlar, kişinin kendini ne kadar onayladığı, başarabileceğine olan inancı, kendine olan sevgisi ve sevilebilir olup olmadığına dair inancıdır. Benlik saygısı, kişinin doğumundan itibaren içine doğduğu aile ortamı, ebeveyn yaklaşımları ve yaşantıları gibi değişkenlerle şekillenir. Bireyselliğe değer verilen, ihtiyaçları zamanında karşılanmış ve desteklenmiş bir aile ortamında büyüyen kişilerin benlik saygısı yüksek olurken, yeterli desteği alamamış ve travmatik yaşantılara maruz kalmış kişilerin benlik saygısı daha düşüktür.Çeşitli çalışmalar, flört şiddetinin kısa ve uzun vadede psikolojik ve fiziksel birçok soruna yol açtığını göstermektedir. Bu araştırmalar, özellikle kadınların ağır yaralanmalar yaşayabileceğini ve daha fazla sıkıntı çekebileceğini ortaya koymaktadır. Fiziksel ve psikolojik sonuçları akut ve kronik olabilen flört şiddeti, kadınlarda travma sonrası stres bozukluğu, depresyon ve intihar eğilimi gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Ayrıca, flört şiddetine maruz kalan kişilerin gelişimsel sorunlar ve psikolojik zorluklarla karşılaşabileceği de belirtilmektedir.Flört şiddeti özellikle genç çiftler arasında daha sık görülmektedir, ancak her yaş grubunda ortaya çıkabilir. Yapılan bir araştırmada, neredeyse tüm ülkelerde 15 ila 19 yaş arasındaki genç kadınların bir partner tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalma riskinin daha yüksek olduğu ortaya konulmuştur.Flört şiddeti sadece erkeğin kadına uyguladığı şiddet olarak değerlendirilmemelidir, çünkü her iki cinsiyetin de birbirine şiddet davranışları uyguladığı bilinmektedir. Flört şiddeti, ailede şiddet öyküsü, düşük benlik saygısı, güvensiz bağlanma ve çocukluk çağı travmaları gibi çeşitli değişkenlerle ilişkilendirilmiştir. Ayrıca, çocukluk çağında şiddete maruz kalmış yetişkinlerin, flört ilişkilerinde şiddet davranışı gösterme olasılıklarının daha yüksek olduğu belirtilmektedir.

 

Klinik Psikolog Şükran Çankır

İkincil duygularımızı ne kadar tanıyoruz ?
Psikolog Şükran Çankır

UTANÇ;İnsanların yaşadığı duygular, bireylerin yaşamlarında onlarla birlikte onların birer parçası gibi olan yapılardır. Bunlar her şeyden önce bireylerin farkında olarak hissettikleri duygulardır. Bazı durumlar da duygularımız adını koyamasak da insanların yaşadıkları ve bu süreçte farkında olamadıkları durumlarıdır. Duygular olumlu ve olumsuz olmak üzere kategorize edilmiş durumdadırlar. Olumlu duygular da bireylerin performansları yüksekken, olumsuz duygularda bireylerin performanslarında düşüş gözlenmektedir. İnsanlar da ortak özellik olarak bulunan bu olumsuz duyguları aramak oldukça kolay eylemdir. Bireylerin yaşamlarında sağlıklı performans sağlamaları açısından her zaman olumlu duyguları tanımlamak gerekmektedir. Yaşamının kötü alanlarında performanslarının bir anda yükselmesi amaçlanarak olumlu duygular devreye girebilmektedir. Duygularımız kişilerin yaşamlarına yön veren en önemli özellikleri taşımaktadırlar.  Duygular olumlu oldukları zamanlar da insanların hayatlarına da olumlu özellikler katabilmektedir. Olumsuz olduklarında ise yaşamın her alanlarında da kendilerini oldukça rahat gösterebilmektedirler. İnsanların duygularının özellikleri herhangi bir koşulda yaşadıklarını değerlendirmelerde ve yaşamlarına birer yön verilmelidir. İnsanlar çoğu zaman duygularını hissedebilmek adına, biyolojik olarak da donanımlı olmaktadırlar. Ancak bireylerin kültürel ve sosyal çevrelerinden kaynaklı olarak duygularının da yaşanması şeklindedir. Bireyler duygularını nasıl yaşayacaklarını bu süreçler de hangi davranışları sergileyecekleri ve bir duyguyu hangi duygu ile eşitleyeceğini belirlemektedir. Ancak bu durum da dahi duygular tek başına yaşanmamaktadır. Duygular temel duygular ve ikincil duygular olarak birbirlerini takviye edici şekilde yaşanmaktadırlar. Duygusal süreçler ele alındığı zaman, insan davranışlarının en önemli yöneticileri arasında yer almaktadır. Yapılan literatür taraması sonrasında temel duygular kategorisindeki duygular ele alındığında, korku ve iğrenme hissi yaratan duyguların sadece bir motivasyonel ve davranışsal işlevleri varken, gurur, suçluluk ve utanç gibi temel duygulardan türetilen ikincil duyguların ise kişilerarasında ki diyalogları ve aralarında ki bağları düzenini sağlayan daha bir çok fonksiyonları mevcuttur. Utanç gibi duygularda ayrı yeten kişilerin kendilik bilinçlerini içeren duygular olarak adlandırılmaktadır. Bu temel duyguda ise benliğin değerlendirilmesi durumu olabilmektedir. (Yılmaz, 2019).


Yapılan literatür taraması sonrasında elde edilen bilgilerin birer sonucu olarak da, bize üzüntü veren herhangi bir durumlarda bizlerin de sorumlulukları bulunuyorsa üzüntü ile birlikte suçluluk veya da direkt olarak utanç duyarız. Suçluluk ve utanç duygusu yaşayan bireysel hatalar dolaşıla oluşan, yaşamda ki oluşan başarısızlıklar ya da toplumsal normlara göre doğru olarak ifadelendirilmeyen bir takım tutum ve hareket sonucunda yaşanan duygulardır. Bu duygulara neden olan olumlu olmayan duygu durumlarımız ahlaki olarak sınıflandırılmayan davranışları cezalandırma görevini üstlenmektedir. Böylelikle bu duygular günlük hayatımızda, sosyal davranışlarımızda bizleri yönlendirmede merkezi rolleri üstlenmektedir. Bu durum ile birlikte, ahlaki normal olarak doğru bir olgu olarak ifadelindirler davranışları yapmayı, iyi olmayan yada doğru olmayanlardan uzak uzak durmak için motivasyon ve enerjiye destek sağlamaktadırlar. Hem suçluluk gibi hem de utanç duyguları, kişilerin olumsuz öz değerlendirmelerinin sonucu ortaya çıkmaktadır ve kendilik bilinçlerine dayalı şekilde ilerlemektedir. Her iki duygu da kişisel hatalardan kaynaklı olarak tanımlanabilmektedir. Bu ortak noktalarda suçluluk ve utanç kelimesi birbirlerine karıştırılsa çoğu çalışmalarda, bu duyguların birbirlerinden apaçık bir biçimde farklarının olduğu saptanmıştır. Suçluluk ve utanç duygularının kavramsal tanımlamasında birbirinde ayrı birçok düşünce ortaya çıkmıştır. Örnek verilecek olursa, Freud’un psikanalitik kuramına göre, suçluluk duygusu egonun süper ego ile yargılanışından kaynaklanan ve sonucunda ortaya çıkan gerilimin ifadesidir ve süper ego oluşmadan gerçekleşme durumu yoktur. Utanç ise, gözetlemecilik ve teşhircilik gibi cinsel sapkın dürtüler üzerindeki kontrol olarak gösterilmektedir. Suçluluk ve utancın ayrılmasındaki başka bir fikir ise bu duyguları tetikleyen davranışların bireyin kontrollerinde olduğunu ya da olmadığını merkez olarak göstermektedir. 

Bu düşünürlere göre, herhangi bir olumsuz davranışın bireylerin gayret göstermemesi sonucunda oluştuğu düşünmekte ise  “suçluluk” kişinin yetersizliğinden dolayı olduğunu düşünülüyor ise “utanç” duygusunu oluşturur. Bu düşünceler eş zamanlı olarak suçluluk duygusunun otomatik bir cevap olarak olmayacağına, bu duygunun hissiyattın da ise kişinin sorumluluklarını almasındaki önemi vurgulamaktadır. Utanç ve suçluluk duygularının ayrımında ise önemli olduğu düşünülen ölçütler ise, genelleme ve özelleştirilen ayrımdır. Bu fikirler doğrultusunda ise duyguların meydana geldiği ortamlar da kişilerde suçluluk ya da utanç duygularının canlandırılması gerekmektedir. Erken yaşantı kuramcılarında, bu iki duygunun da ayrılmasında, yaşanılan duyguların da topluluk içerisinde yaşanıp yaşanmamasına dikkat edilerek hareket edildiği gözlenmektedir. Bu iki duygu arasındaki ayrılmada, suçluluk duygusu kişilerde özerk dünyayı ortaya çıkarır ve bireysel kaynaklıdır. Utanç duygusu ise başkalarının eylemleri veya hayali varlığına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Utanç ve suçluluk; hem sahip oldukları kültürlerden, evrimsel ve nörobilişsel yapılardan dolayı bilişsel psikoloji içerisinde incelenmesi oldukça önemlidir. Toplum tarafından belirlenen kurallara uyarken düşülen hataların karşılığı olan duygularında, sosyal çevrenin bilişle olan etkileşimi olarak bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Hem temel duygularımızda hem de birbirinden farklı özellikler bulunan utanç ve suçlulukta, nöral uzantıların anlaşılmasında ve diğer bilişsel yapıların ne şekilde etkilendiklerini test ederek psikolojik olarak ölçülebilmektedir. Duyguların psikolojik olarak incelenmesinin çoğu alana yardımcı olacağı düşünülmektedir. Bununla birlikte, mevcut çalışmalar incelendiğinde bu duygular bilişsel psikoloji açısından açıklanması yetersiz kalabilmektedir. Utanç ve suçluluğun bilişsel psikoloji açısından önemine bakıldığında ele alınan bu çalışma da öncelikle söz konusu duyguları tanımadır. Duyguların sahip oldukları özelliklerden, birbirlerinden nasıl farklılaştıkları önemli etkendir.  (Deniz, 2006).

 

 

Psikolog Şükran Çankır 

Odaklanma problemi yaşayan öğrenciler için
Eğer Odaklanma Problemi yaşıyorsanız...
Merhaba sevgili öğrenciler. Sizde bazen odaklanmakta zorluk çekiyorsanız şimdi söylediklerim sizin için önemli olabiliri.Odaklanmak, zihnin belirli bir konuya yoğunlaşması ve dikkatinin dağılmaması anlamına gelir. Ancak, birçok faktör odaklanmanızı engelleyebilir ve dikkatinizin dağılmasına neden olabilir. Çevrenizdeki fazlalıklar da bu faktörlerden biridir.

Çevremizdeki fazlalıklar, dikkatimizi dağıtan veya odaklanmanızı engelleyen her türlü uyaran veya etkidir.Örneğin, gürültülü bir ortamda çalışmanız, sürekli olarak telefonunuzun bildirimlerine bakmanız,  sosyal medyada gezinmeniz, televizyon veya radyo gibi arka planda sürekli olarak çalan sesler, dağınık bir çalışma alanı veya bir sürü görsel uyaran gibi unsurlar dikkatinizi dağıtabilir. 


Şimdi size birkaç önerim var. Bu öneriler probleminizin önemli bir bölümünü yok edebilir. Öncelikle gürültüyü azaltın, çalışma alanını düzenleyin ve dikkati dağıtacak unsurları ortadan kaldırın. Ders çalışırken yiyecek içecek tüketmeyin. Mola vermeyi unutmayın. Aralıksız çalışma yapmayın. Akşamları bir sayfa bile olsa bir metin veya kitap bölümü okuyun. Uyku düzeninizi ihmal etmeyin. Erken yatıp erken kalkın. Son olarak beslenmeyi ihmal etmeyin. Enerji deponuzu boş bırakmayın. İşte tüm bunları uygularsanız artık derslerinize daha odaklanarak calisabilirsiniz